LES FEUILLES MORTS: TANTE ROSA

Soluk soluğa, ter içindeydi Rosa, susadı, bir rahibe okulunda susadı. Musluğa koşup kana kana su içmeye başladı. Bir el vurdu omuzuna, sert. Baktı prenses bakışıyla, Schwester Maria, " su içiyordun durup dururken, sen arzularına gem vurmayan günahkâr bir kızsın" dedi, "içini öldürmeyi bilmiyorsun."

"Ben içimi öldüremem" dedi Rosa. " çünkü içim prensestir. Prenses prensindir ve prensin olan bir şeyi sizin bile öldürmeye yetkiniz yoktur." Schwester Maria kızdı, çok kızdı, Tante Rosa'yı mahzene kapattılar. Tante Rosa mahzende ağladı. Meryem anaya dua etti. Düşündü. Düşündü ki bütün katolikler kötü, pis şeylerdir; Meryem ana o kadar iyi ki, o herhalde İsa'yı doğururken katolik değilmiş. Peki neymiş Prensesmiş-prensesmiş.

ALİ İHSAN JOHN WRİTE'A KARŞI*

                                              
Suzan, bu işte bir kabahati olduğunu hiç düşünmedi (Çünkü yoktu). Ali İhsan da öyle. Her salı ve cuma fizik tedaviye giden Rahime de. John Write zaten sadece bilgi dağarcığında olduğu için bu meselede kıyas unsuru. O yüzden onu şimdiden işe karıştırmayalım.

İÇİM DIŞIM DOLU*

Endişe dolu.
Politika, siyaset, ülke, dünya, gündem dolu.
Fuzuli'nin beyti dolu: "Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok."
Hayır, tesiri olmalı…

Ülkemde ve dünyada olan biteni anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. Bilgi ve yorum kaosunun yaşandığı bu olaylarda, her şeyi bütünüyle, berrakça görüp anlamamsa, belli ki çok zor…

Notlarımı, kupürlerimi yığın oldukları köşeden kaldırıp düzenliyorum:

* Gezi notları
* Suriye notları
* İran-Rusya, ABD, İsrail ve diğerleri notları
*Mısır notları
* Barış süreci notları
* Yeni anayasa çalışmaları (!) notları
* Ekonomi notları
* Avrupa'daki ırkçılık ile ilgili notlar
* Son anda değiştirilen kanun maddeleri notları (Şike yasasındaki son dakika değişiklikleri  ya da özel hastanelerin cezalarındaki indirimler gibi!)
* İş kazaları (!) notları

Ve diğerleri, ve diğerleri...Öyle çok şey var ki...



*Devam etmesi istenen ancak Fuzuli'nin beytinin ağır bastığı bir yazı…








UMUR*

                                                                              

Bu evin hayâlini dört yıldır kuruyordum. Geniş (190 metrekare) ve bahçeli (50 metrekare, arka bahçeyle toplamda). Üstelik sağlam, bakımlı.

Beş parasız, işsiz güçsüz, hatta serseri olduğum halde böyle bir evi nasıl olup da alabildiğime herkes şaşırıyor. Bazen ben bile inanamıyorum buna.

İşten atılmıştım ve ev sahibime iki aylık kira borcum vardı. Biraz birikmiş param vardı ama kirayı verirsem aç kalırdım ve işin kötüsü hemen bir işe girip çalışmak istemiyordum. Ev sahibi, üçüncü ayın ortasında beni evden attı. Kadın sonuna kadar haklıydı. Ama çilingir çağırıp evime girmesi ve eşyalarımı apartman girişine indirtmesi gerekmiyordu. Aylaklık ettiğim o günün sonunda apartmana girmeden, daha kapının camından eşyalarımı görünce neye uğradığımı şaşırdım. Kapıcının ziline basıp neler olduğunu sordum. Oldum olası beni küçümseyen kapıcı daha da büzülmüş dudaklarıyla konuştu. Olanları öğrenince kanım beynime sıçradı. Hemen bir sokak aşağıdaki ev sahibine gittim. Zili çaldım. Ayak seslerini duydum ama beni mercekten görmüş olmalı ki kapıyı açmadı.